Yıldızsız gece
Cesedim kıyıya vurduğunda 24 yaşımdan henüz iki gün almıştım. Bizim coğrafyamızda hep saklambaç oyunudur hayat. Oynamak istemediğinizde bile sizi içine çeker. Bazılarını da benim gibi engin sularda sobeler ansızın.
Bir keresinde bombaların delik deşik ettiği şehir meydanından geçerken “Nasıl ölmek istersin?” diye sormuştu kardeşim Kawa. Tedirgin bir şekilde etrafı kolaçan ederken ansızın gelen soru karşısında afallamıştım. Yeni bir bombanın hedefi olmak ya da bir rejim askeri tarafından kör bir kurşuna denk gelmek istemezdim. Kafamda dönüp duran düşüncelere yoğunlaşıp ona cevap vermeye uğraşırken Kawa sorduğu soruyu çoktan unutmuş, bir şarkı mırıldanıyordu: “Doğduğum yerde çiçekler açmaz, gökyüzü hep karanlık, yeryüzü hep alevler içinde…” İrkildim; şarkının sözlerinden mi, birinin bizi görüp vurmasında mı ya da henüz on yaşında örgülü saçları ve kocaman pırıl pırıl gözleri olan bir kız çocuğunun dilinde böyle bir şarkıyı normalmiş gibi söylemesinden mi bilmiyorum. Düşüncelerimi toparlayıp Kawa’nın elini sıkıca kavradım. Bir an önce erzakları alıp eve dönmeliydik.
Bombalamalardan sonra şehir merkezinde sadece dört dükkân ayakta kalmıştı yiyecek ve ihtiyaçlar için. Yıkık duvarlar arasından geçip Affan’ın dükkânına yöneldik. Camları kırık kapısı yıkılmaması için iki kalas ile desteklenmişti. Affan atılan bir roketle ağır yaralanınca sokakta oyunlar oynayan küçük oğlu Mohammed aniden yetişkinliğe terfi etmiş, dükkâna gelen herkese yiyecek sağlamaya adeta ant içmiş gibi yarısının sıvası dökülmüş duvarların arasındaki bölmelerden un ve yağ tartıp kaplara dolduruyordu. Bizi fark ettiğinde eskiden olduğu gibi yüzünde aydınlık bir gülüş belirmedi, aksine yetişkinlere özgü bir ciddiyetle Kawa’nın elindeki kabı alıp sessizce un doldurdu. Bir şişe de yağ kattı. Parayı eline bırakırken gözlerinden geçen neden sorusunu görmezden geldim. Çünkü sorunun cevabını bilmiyordum. Sadece Mohammed değil sokakta kime sorsanız ailesinden onlarca kişiyi kaybetmişti bu savaşta. Geleceğe dair her umut kırıntısı bombalarla yıkılan duvarların altında kalmıştı bir bir.
Benim doğduğum yerde genç yaşta ölüm, şaşılacak bir şey olmaktan çok yazgınızdır. Tesadüflere bağlı yaşamakta olan bizler sabahları evden çıkarken ailemizle adeta helalleşir, eve geri dönebildiğimiz her akşam da hayatta kalmış olmanın buruk neşesi ile eşikten içeri gireriz. Geceleri bomba sesleri arasında kardeşlerimle saymaca oynardık. En küçüğümüz Amani korkmasın diye, sayı sayarken patlayan bomba olursa şeker kazanıyordu. Bizim öyle sıradan oyunlarımız yoktu. Varillere saklanmaca vardı bir de; patlamalar şiddetlendiğinde herkes girer sessizlik geldiğinde çıkardık ortaya. Hayatta kalmaca ödüllü bu oyundan pek haz etmezdi bizim ufaklıklar.
Başka ülkelere kaçma haberleri kulaktan kulağa yayılmaya başladığında babam elinde kalan son parayı da tekne kaptanına verip Kawa ve Amani’yi yanıma katmış, kurulan son cümlelerin yıkık döküklüğü ve hasarlı yüreklerle ayrılmıştık ülkeden. Küçücük teknede iki kardeşimin ellerinden sıkıca tutmuş karanlık gecenin bile örtemediği bu savaşın utançlarını geçiriyordum aklımdan. Adaletsizlik doğduğumuz gün yapışmıştı sanki bedenimize ve ruhumuza.
Tekne sallanmaya başladığında elini sıkıca tuttuğum kardeşlerime tekrar baktım. Kawa yüzünde bulutlu bir ifade ile hala uyuyordu. Güzel bir rüya görmediği kesindi. Amani ağır bir sisin yavaşça kalkması gibi hiç acele etmeden açtı gece karası gözlerini. Bu gözlere dikkatlice baksanız derinlerde bir yerde birkaç yıldız görebilirdiniz eski güzel günlerden kalma. Tekne bu sefer daha şiddetli sallanmaya başladı
Gürültünün zihnimin içinden mi yoksa dışarıdaki kalabalık güruhtan mı kaynaklandığını ayırt edemeden bir süre öylece baktım. Yetişkin erkekler, söz birliği etmişçesine toplanıp denize atladık; küçükler ve kadınlar kurtulur umuduyla. Bu Amani’nin bakışlarında gördüğüm son yıldızsız geceydi.