Renkli notalar
Yolculuk yakın hissediyorum. Kopup bambaşka yerlere sürükleneceğim. Ait olmadığım yerlerde ait olmadığım bir toplulukta sefil bir hayat sürdüreceğim. Sona yaklaştığımı bildiğim halde can havliyle sıkıca tutunuyorum dalıma. Oysa tomurcuğumdan genç bir filize döneceğim o günü hayal etmek ne güzeldi. Birbirinden heybetli, biçimli ellere benzeyen yeşilin her tonunda açmaya nasıl da sabırsızlanıyordum. Gövdem ben heyecandan titredikçe hafif bir rüzgâr eşliğinde kulağıma fısıldar, sakinleşmem için sıcak nefesiyle yüzümü usul usul yalardı. Bekle diyordu. Evrenin bir hediyesiydim. Bana bahşedilen doğum anı herkesin ve her şeyin üzerinde var oluşum kısa bir süre sonra taçlandırılacaktı. Buraların en sözü dinlenen en saygın üyesi olarak tabiata savurduğumuz tozlarımız ve tohumlarımız bir gelin gibi çiçeklenmeyi sağlar, döngü sayemizde yeni baştan tamamlanırdı. Büyük bir çatırtı ile tohumumdan uyandığımda benim gibi binlerce yaşam da uyanmış hiç acele etmeden kendi hızında narin bir kız gibi sallanıyordu. Ah ne güzeldi hayata gözlerimi açışım. Şiir gibi duru bir başlangıç.
Dallarda hep birlikte ahenkle vücut buluşumuz. Muazzam seslere karışan hafif hışırtılar. Gövdemiz gece uykusuna geçmeden önce hep anlatırdı. En önemli, doğaya en yarar sağlayan tür bizlerdik. Asırlardır o muhteşem yaşam döngüsü sayemizde tamamlanırdı. Elbet başka ağaçlar da vardı varoluşa katkı sunan ama biz başkaydık. Suya, havaya can katmak bizim işimizdi. Kocaman bir eli hatırlatan yapraklarımız mevsimler boyunca o görkemli duruşuyla diğerlerinden çabucak ayırt edilirdi. Tam dört yaz dört kış bu dalda yaşadım. Düşen, savrulan arkadaşlarımı aklıma getirmeden inatla beni besleyen ve hayat veren can damarıma tutundum. Geceleri gitme vaktini fısıldayan sesler arttıkça daha da sıkı tutundum. Yere düşemezdim. Orada öteki sıradan yapraklarla çürümek asil varlığıma yakışan bir son olmazdı. Asırlık çınarı oluşturan nadide parçalardık. Sonum kesinlikle bu olmamalıydı.
Direndim. Yaprak yığınına karışmak, kaybolmak en kötüsü de bizden başka alelade ağaçların yaprakları arasında çürümek düşüncesi bile beni deli ediyordu. Türümüze ait müziği, gövdenin anlattığı gece öykülerini bir daha duyamayacak olma endişesi ile titriyordum. Nihayet sonbahar rüzgârları başladığında dalları birer birer terk eden arkadaşlarım dört bir yana savruldu. Daha sık aşağı bakar oldum. O korkunç an geldiğinde en azından kendi özüme sahip çıkıp gövdemin etrafına düşmeli ve yabancı ağaçların yapraklarından uzakta yeniden toprağa, kendi özüme karışmalıydım. Ağaçta tek yaprak kaldığımda gövde artık benimle konuşmuyordu. Vakit gelmişti demek. Derin bir sessizlik içinde yeniden tomurcuklanacağı ana hazırlanıyordu. Ne yalan söyleyeyim daha fazla tutunacak halim de kalmamıştı. Gücüm tükenip tam da kendimi aşağı doğru hafifçe bıraktığım anda bir ani bahar rüzgârı beni alıp gövdemden çok uzaklara savurdu savurdu… Alın morun yeşilin her tonunu barındıran bir yaprak yığınının arasına düştüm. Uğultu hücrelerimi titretti. Seslerine kendimi kapattığım her ağacın yaprağı ile derin rengârenk bir yığında yapayalnız kaldım. Titremelerim geçip bir anlık da olsa etrafıma bakmak için cesaretimi topladığımda ardıç, sedir, ladin ve daha bir sürü türden yaprakla çevriliydim. Her birinin farklı, gürültülü sesi dinledikçe duru bir melodiye dönüştü. Uğultu zamanla kendini huzurlu bir müziğe bıraktı. İrkildim. Ötekilerin böyle renkli notalar çıkardığını hiç bilmezdim. Bense bu ana kadar hep aynı makamda tek bir şarkıyı dinlemiştim. Tekrar topraktan gövdede hayat bulacağım o büyülü ana kadar hep bir ağızdan söylenen şarkıya eşlik ettim. Bu harikulade renkli kalabalığın içinde gözlerimi huzur içinde son kez kapattım