Çıkmaz Sokak
Adımlarını sıklaştırdı. Vapurdan inen karınca yuvasını andıran kalabalığın
arasına karıştı. Onu görmemiş olmasını diledi. Şu an istediği son şey saatlerce
nasihat dinlemekti. Kalabalıktan sıyrılıp arka sokağa saptığında şehrin uğultusu
bıçak gibi kesildi. Nefes alıp verişi normal akışına döndü. Nabzı yine eski
düzenine kavuştu. Sessizlik! ne zamandır buna öyle ihtiyacı vardı ki. Derin bir iç
çekti. Bu arka sokak, onda tıpkı ruhunun derinlikleri gibi kaybolmuşluk hissi
uyandırıyordu. Sol omzuna biri dokunmuş gibi irkildi. Sığınağında ele geçirilmiş
olamazdı. Nereye gitse mutlaka o da gölge gibi peşindeydi. Gizli yerinde gafil
avlanması canını fena sıktı. Kafasını kaldırıp sesin geldiği yöne bakmadığı halde
yargılayan bakışların ağırlığını iliklerinde hissetti. Vücudunu tepeden tırnağa
bir titreme aldı. Hızlıca savunmasını gözden geçirdi. Arenada kanının son
damlasına kadar savaşan yine de sonunda yenilen bir kahraman gibi başını
hafifçe öne eğdi. Çaresizce gelmekte olan sözler silsilesini karşılamaya
hazırlandı. Kararlıydı. Yine eski konuları açacak olursa bu kez kesinlikle cevap
vermeyecekti. Bekledi. Nasıl olsa Konuşmayı hep o başlatırdı. Ritüel bozulmadı.
Sesi derin bir ızdırap çeker gibiydi.
“Bu, her zaman yaptığın gibi kafanı diğer tarafa çevirip görmezden geleceğin bir
mevzu değil”
Ses, mücadele etmekten yorgun ve oldukça mesafeliydi. Söze rutin diyaloglar
ile başlamamıştı. Kim bilir belki de yeni bir taktik deniyordu. Karşılıklı uzayan
sözsüz, sanki bir asır süren bekleyişin ardından durumun ruhunu daha da
sıktığını fark etti. Dayanamadı. “Yine beni suçluyorsun değil mi? Tanımıyorum
bile kadını. Ne yapsaydım adamların elinden tutup polise mi verseydim. Ben
sadece bu dünyada başımı belaya sokmadan hayatta kalmaya çalışıyorum.
Neden konuşmuyorsun?” cevap alamayınca hiddetlendi. Oysa kendisinin hiç bir
suçu yoktu. Çocukluğundan beri o hep böyleydi. Tüm o görmezden
gelmelerinin üzerini kimselere hatta kendine bile duyurmadan usulca örterdi.
Savunmasında bir sonraki aşamaya geçmeye hazırlanıyordu ki tekrar tekrar
izlediği film zihninin derinliklerinde yeniden oynamaya başladı. Bu arka sokakta
işte tam da şu köşede o güruh ağzından ateş saçarak hep bir ağızdan
bağırıyordu “söyle kadın mısın? erkek misin? namussuz seni”. Bir filmi izler gibi
sakince birseksenlik ihtişamlı boyuyla yerde yatan kadının gözündeki hayat
ışığının sönmesini izledi. Sırayla işlerini bitirip henüz fermuarlarını bile
kapatmadan ellerindeki sopa ve bıçakları ölümüne savuran o adamları hatırladı.
Mahallenin sözde namusunu koruyan zift gibi karanlık yürekli o adamlar, kadının
hak ettiği cezayı nihayet verdi. Yerine getirdikleri kutsal sorumluluğun kirli sarı
ışığı her birinin yüzünde tek tek belirdiğinde polis olay yerine ancak intikal etmişti. Yıllardır bıkmadan usanmadan tekrarlayıp duran film karesi, maktulün
yüzündeki yoğun makyajın altında henüz çıkmaya başlayan sakallarında ve
bileğinden düşen gökkuşağı ipe takılı halde dondu kaldı. Her hatırladığında
daha da uzayan bu sahne de dikkatini karıncalanan ellerine çevirdi. Cılız bir iki
kelime edecek oldu. “Ama ben ne yapabilirdim ki? Orada bir sürü kişi vardı.
Yalnız ben değil oradaki herkes gözünü kırpmadan izlemişti tüm olan biteni”
…Sustu. Sarf edebileceği sözcükler sınıra dayandı. Kafasını çevirip sokağın
sonuna doğru baktı.Şaşırdı. Buraya defalarca gelmiş olmasına rağmen
köşedeki tabelayı ilk kez fark ediyordu. Gözlerini kısarak belli belirsiz gördüğü,
üzerinde deniz mavisi şeritler olan yazıyı sesli olarak okudu. “Vicdan Çıkmazı”